İlker Başbuğ: Ülkenin ordusuna ihaneti

Ergenekon davasının temyiz duruşması, dün eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un ‘taarruzu’na sahne oldu. Emekli Orgeneral Başbuğ ‘TSK’ya karşı oynanan oyunun arkasında Bush yönetimi ve paralel yapının olduğunu’ belirtti. Hükümeti TSK’ya karşı Balyoz, Ergenekon kumpasına karşı sessiz kalmakla suçladı. Başbuğ, askerlerin yargılandığı davalar için “Tarih, bunu bir ülkenin, kendi ordusuna yapabileceği en büyük ihanet olarak yazacaktır” dedi.


İlker Başbuğ: Ülkenin ordusuna ihaneti

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Ergenekon davasının dünkü temyiz duruşmasında, “savunma değil taarruz diyelim” nitelemesi yapıp suç duyurusunda bulunduğunu bildirdiği tarihi savunmasında, ABD eski Başkanı George Bush, paralel yapı ve hükümete yüklendi. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nden bozma kararının yanı sıra Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) dönük komplonun ortaya çıkarılması için yönlendirici rol oynamasını isteyen Başbuğ’un konuşması özetle şöyle:


GÜL’E BALYOZ RESTİ 

“2001’de ABD’de George W. Bush Başkan oldu. Onun dönemi, ılımlı İslam projesine inanan Yeni Muhafazakârların (Neo-Con) dönemi olarak ortaya çıkacaktı. Ayrıca Irak’a askeri müdahale planları üzerinde çalışmalara başlanmıştı. 15 Kasım 2002’de Ankara’daki ABD Büyükelçisi, Washington’a şöyle bir telgraf göndermişti: ‘Türkiye’de ordu, bürokrasi ve yargıdan bir derin devlet vardır. Derin devletin merkezinde de ordu bulunmaktadır. Derin devlet, ABD’nin de desteklediği reformların önündeki en büyük engeldir.’ Bush yönetimi; Türk ordusunu, derin devlet olarak görmekteydi. Bu derin devlet; Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesine, ılımlı İslam konseptinin uygulanmasına, Türkiye’deki terör sorununun ‘siyasi çözüm’ ile çözülmesine engeldi. 1 Mart 2003’te tezkerenin geçmemesinin sorumluluğu da TSK’ya yıkılınca, bu yönetimin TSK’ya karşı yapılanlara sıcak baktığı, devlete ait bazı kurumların ve kurumlardaki bazı kişilerin bu oyunda rol aldıkları veya destek verdikleri ifade edilebilir.


Ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet yapısından rahatsızlık duyanlar, ılımlı İslam projesini hayata geçirmek isteyenler, 2003’teki 1 Mart tezkeresinin bedelini TSK’ya ödetmek isteyenler, PKK terör sorununa ‘siyasi çözüm’ arayanlar için engel TSK idi. Karşıt kadrolar tasfiye edilmeliydi.


Siyasi iktidar ise ‘Ne istediler de vermedik’ ve ‘aldatıldık’ ifadeleri ile bu süreçte cemaate gerekli desteği verdiklerini, zaten kendi sözleriyle açıkça belirtmiştir. Bu konudaki rahatsızlığımızı her platformda ilgililerin dikkatine sunduk. Bir keresinde ‘Bugün bize, yarın size olacak’ da dedim. O günlerde sesimize kulak verilseydi, belki onca acıların yaşanması engellenebilirdi. 


(Balyoz tutuklama kararının ardından) Karara baktık, hemen ilgili arkadaşlarla konuştuk. Dediler ki ‘Bu karar yasal olarak yanlış. Hukuk olarak sağlamız.’ O sırada Cumhurbaşkanı’nın (Abdullah Gül’ü kastediyor) İstanbul’da olduğunu öğrendim, kendisine gittim. ‘Haberiniz var mı, hepsi general, orduyu yıkarız. Böyle bir orduyu komuta edemem, ya bırakacağım ya da onları vermeyeceğim’ dedim. Bu davalar sürecince özellikle Beşiktaş Adliyesi’nde ifade verenler, ki hepimiz oradan geçtik, kendimizi kendi topraklarımızda yabancı bir ordunun askeri gibi hissettik. 
Söylediklerimizi o zaman dikkate almayan siyasi makamlar, bu yaşananlara karşı şimdi de sessiz kalmaya devam edecek mi?


BÜTÜN KARARGÂHIMI ALDILAR

Balyoz davası TSK’ya vurulan en büyük darbedir. Bu darbe ile pek çok değerli Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin TSK’dan ilişiği kesilmiştir. Tarih, bu davayı bir ülkenin, kendi ordusuna yapabileceği en büyük ihanet olarak yazacaktır. En büyük ihanettir. Bundan, hiç şüphem yok. Arkadaşlarımı aldılar önce, bütün karargâhımı aldılar. Yırtınıyoruz. Sorumluluğum var. Biz dışarıdayız ama onların acısını en az onlar kadar hissediyoruz. Sorumluluk var. Aslında ben de girsem mi? Derken, bu arzumuz yerine geldi. Gandhi der ki, ‘Cezaevleri okuldur, herkesin geçmesi lazım.’ 


İÇİMİZDEKİ HAİNLER 

İçimizdeki hain subaylar olmasaydı bu komploların bu kadar başarılı olması mümkün değildi. İçimizde hâlâ hainler var. Cemaatin işlenen hukuk cinayetlerinin faili olduğu anlaşılmaktadır. Elbette Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı en önemli ve en tehlikeli sorun cemaatin illegal yapılanmasıdır. Hele bu cemaat devleti ele geçirmeyi hedeflemiş ise bu tamamen gaflettir, ihanettir.


POLİS ZORLARSA ÇATIŞIN

ARKADAŞLARA emir verdik, dedik ki ‘Polis gelirse sokmayın içeriye. Zorlarlarsa çatışın.’ İnanın birkaç defa asker-polis karşı karşıya gelme durumunu yaşadı. Bunlardan biri 31 Aralık 2009 günü yaşandı. Polis, beyaz renkli Deniz Kuvvetleri’ne ait iki aracı durdurdu. Merkez Komutanlığı’na bilgi vermesi, beraber aramaları lazım. Hayır hiçbir bilgi yok. Araçları arıyorlar, ‘araçtakiler bir hâkimi takip ediyor’ diye. Kozmik Oda’daki aramayı yapan hakim şimdi, Yargıtay üyesi, ona suikast yapacaklarmış, ihbar öyle gidiyor. İşin ilginç yanı araçtan uzman çavuş çıktı. Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın aşçısı. Araçta Allah’tan pırasa taşıyorlar. 


KOZMİK ODA İÇİN BAŞBAKAN’IN YANITI

Kozmik Oda’ya girilmeden Başbakan’a aynen şunu söyledim, ‘Psikolojik olarak doğru değil. Artı milli bazı planlarımız var, deşifre olur, ne diyorsunuz?’ ‘Girsinler.’ Peki girsinler. Peki MİT TIR’ları olayında aynı hassasiyet niye gösterilmedi? Bunu da sormak durumundayım. En çok korktuğumuz asker-polis çatışmasıydı. Çünkü şunu söyledim: ‘Yasadışı bir şey olursa kesinlikle gerekirse çatışın.’ Usulüne göre hareket etmezse, benim adamım da mukabele edebilir. Başka bir şey kalmamıştı.”

 

KOMUTANI İFADEYE YOLLAMADIK
3. Ordu Komutanı’nı (Ergenekon şüphelisi olarak savcılıkça ifadeye çağırılan Orgeneral Saldıray Berk) ifade vermeye göndermedik. Buradan açıkça söylüyorum. Başarılı olsalardı Balyoz’u Erzincan’da yaşayacaktık. İfade vermeye göndermedik.

 

BEN BİLE BORU SANDIM
ÖZELLİKLE, bu ‘boru’ sözcüğü üzerinden aleyhimde propaganda yapıldı. Basın toplantısında algı operasyonu kurbanıyım. O basın toplantısında ‘boru’ dememişim, yıllar sonra Silivri’de öğrendim ama o kadar çıktı ki, ‘boru’ dediğime ben de inandım. Sordular, ‘Dediniz mi?’ diye, ben de ‘evet’ dedim, dememişim ama desem ne olur. Meğer Deniz Baykal söylemiş, bizim üzerimize yıkıldı. Bunlar, ‘Bu adam mühimmata boru, belgeye de kâğıt parçası dedi’ diye kaldı.


Düşman ülkesinin savcısı kadar bile adil olamadılar

RUTİN bir yargılama içinde olduğumuzu kabul edebilir miyiz, elbette hayır. Neden? Bu davaların iddianamelerini hazırlayan savcılar kim? Görevlerinden uzaklaştırılan, suç örgütleriyle ilişkili oldukları ileri sürülen, kimi tutuklu, kimi yurtdışına kaçan savcılar bu iddianameleri hazırladılar. Üzülerek söylüyorum, bu iddianameleri hazırlayan kendi ülkemizdeki bu savcılar, bir düşman ülkenin savcısı kadar bile adil olamadılar.


NEO-CON’LAR KULLANDI

Fethullah Gülen’e gelince, özellikle ABD’de kalmasına yardımcı olan isimlere bakılırsa, o, Neo-Conlar tarafından ılımlı İslam konseptinin uygulanmasında kullanılabilecek bir kişi olarak değerlendirilmiş olabilir. Bu tip cemaatler, hedeflerine ulaşmada kendileri için en büyük engel olarak TSK’yı görmektedir. Görüleceği gibi; laiklik karşıtı hareketlerin ve Gülen cemaatinin hedeflerine ulaşması için en büyük engel TSK idi. 
O zaman TSK halkın gözünde itibarsızlaştırılmalı ve sesi kesilmeliydi, karşıt kadrolar tasfiye edilmeliydi. İşte yaşanılan budur. Cemaatin, işlenen hukuk cinayetlerinin faili olduğu anlaşılmaktadır. Bu cinayeti yargı ve emniyete yerleştirdikleri kadrolar vasıtasıyla işlemiştir.